15 Ağustos 2012 Çarşamba

SAF BAKIŞ



         
           Gözlerimizin gördüğü değildir çoğu zaman kafamızın içinde beliren. Arzularımızın, isteklerimizin, beklentilerimizin süzgecinden geçen görüntüler yansıyarak süzülür beyin kıvrımlarımızın arasına. Gerçeklik dediğimiz şey aslında kişisel süzgecimizden geçen verilerin oluşturduğu bir çerçevedir.  Bu yüzden aynı manzaraya bakan pek çok kişi farklı algılamalara sahip olur. Saf bir şekilde kendisi olan gerçeklik, algılamalarla çarpıtmaya uğrar. Benzer durum elbette “olan”la ilişkimizde de geçerlidir.
Kişiliğimizi oluşturan, benim dediğimiz ya da farkında bile olmadan sahiplendiğimiz pek çok değer, gerçekliğin saf duruşunun üstüne kalın bir perde çeker. Biz de sahip olduklarımızla, algıladığımız kadar bilebiliriz karanlıktaki gerçekliği. Oysa doğrudan, saf bir bakışla görebilme yetisine sahip olabilsek gerçekliği kavrayabilmemiz daha olası olacak. Özgürlük de tam olarak gerçeklik ile aramızdaki perdeyi kaldırmak değil midir? Kendimize ait olarak gördüğümüz, biriktirdiğimiz her değer, her düşünce ve yargı gerçekliğe ulaşmaya çalışan benliğimize vurulmuş birer pranga değil midir?
Bakmakla görmek arasındaki ayrıma vurgu yapılır hep, oysa daha da ileriye gidip gerçekliğin çıplak haliyle algılarımızın giydirdiği hali arasındaki ayrımın farkına varabilmemiz de gerekir. Eğer gerçekliğin ne olduğuyla gerçekten ilgileniyorsak.